Sempozyum. 7-8 OCAK 2002 ANKARA
Sempozyum.
7-8 OCAK 2002
ANKARA
AÇILIŞ KONUŞMALARINDAN
...
Sayın Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Sayın Danıştay Başkanı Nuri Alan, Sayın Kültür Bakanımız İstemihan Talay, Sayın Milletvekilleri, Sayın Büyükelçiler, Kültür Bakanlığı Müsteşarı Fikret Üçcan, Müsteşar Yardımcıları Hasan Hüseyin Akbulut (ki bu şölenin düzenlenmesinde çok büyük bir payı oldu), Sayın Abdullah Dörtlemez, Sayın Kültür Bakanlığı yetkilileri, hepinize bu güzel vesile için teşekkürlerimi sunmak istiyorum ve sayın eski kültür bakanlarımızı da buradan bir kere daha selamlamak istiyorum.
Sayın bilginler, dilbilimciler, dilseverler, dilmenler, dilmaçlar; uluslararası bilgi şöleni düzenlemiş olmanız ne kadar güzel. Hepiniz burada çok yaratıcı, çok etkileyici katkılarda bulunacaksınız. Türkçemiz için ne yapsanız ne yapsak haktır, her çabaya layıktır Türkçemiz.
BİRİNCİ OTURUM
İLETİŞİM ARAÇLARINDA TÜRKÇENİN KULLANILMASI
Türkçe konusunda iletişim araçlarının bir sorumluluk taşıdığı doğrudur. Ancak Türk dilinin gidiş yolunu da onlara göre tayin etmek, saptamak da sağlıklı bir yöntem değildir. Genelde birçok kimse televizyonda konuşulan Türkçeye dikkat ediyor. Burada diyemem ki spikerlerin, açık oturumlardaki, toplu söyleşilerdeki konuşmacıların yanlışları dile yerleşir.
Biz nedense dinleyiciyi, okuru çok edilgen biri olarak düşünüyoruz. Kısaca, Türk dili konusundaki bilgileri, doğru, güzel konuşmalarda edinir, gazetede, dergilerde okudukları doğrultusunda düşünür, konuşur ve yazar.
Başlangıç noktamız bu olursa o zaman Türkiye'de yaşayanların dili televizyonlardan, gazetelerden öğrenmesi gibi bir sonuca varırız. RTÜK'ün son yaptığı araştırmaya göre, sonuçta en çok kullandığımız kelime sayısı 100'ü geçmiyormuş. Televizyonlardaki günlük haberler, haber programları, kelimelerin doğru telaffuz edilmesini sağlayabilir ama kelime hazinemizi geliştirmek, artırmak gibi bir amacı yoktur. Çünkü haberlerin ve söyleşi programlarının amacı, dinleyiciye, seyirciye bir olayı, bir düşünceyi, bir görüşü en kısa yoldan iletmektir. Sorun burada başlıyor. Türk dili burada düzgün konuşulabiliyor mu? Telaffuzundan toplamasına kadar dilin kurallarına özen gösteriliyor mu? Çünkü bu yapılmazsa ben çok rahatsız oluyorum. Uzunların kısa, kısaların uzun okunması ne kadar rahatsız edici? Biz hep Türkçe eğitimi hatta kursu görmemiş, meslekten spikerlerden şikâyetçiyiz ama onların dışında konuşan uzmanların konuşma hatalarını nasıl düzelteceğiz? Medyada kullanılan dilin örnek olması konusunu iyice tartışmak gerekiyor. Çünkü dilin bir biçim, bir üslup işi olduğunu düşündüğümüzde, dil bilgisi kurallarıyla kısıtlayamayız. Spikerler dışında, televizyona çıkanlar, gazetelerde yazanlar kendi üsluplarını korur, onu dilin yapısı ilgilendirmez. O zaman medyada iletişim aracı olarak dil deyince medyadaki Türkçeyi denetleyen seyirci ve okurdur. Onların güzel, doğru Türkçe bilinci taşıyabilmeleri için iyi nitelikli edebiyat yapıtları okumaları gereklidir.
Dilin gelişim çizgisini sabitlemek de olanak dışı. Gelişen teknoloji, her gün ortaya çıkan yeni kavramlar arı bir Türkçenin her zaman geçerli olması ilkesini yürürlükten kaldırabiliyor. Bilimsel kavramlara karşılık aramak gerekiyor. Ancak medyanın dil konusundaki tutumunu kısıtlamıyorum, sınırlamıyorum. Yanlışlara değinmek istiyorum. Yazım kılavuzuna bakılmalı, sözlük kullanılmalı. Savrukluğun okura, seyirciye, dinleyiciye yansıması, başka bir dilin, yanlışlarla dolu bir dilin oluşmasına neden oluyor. Elbette dile özen gösterilmesi için birtakım işlerin ihmal edilmemesi gerekiyor.
Bunlardan biri mutlaka yazım kılavuzuna bakılması, sözlük kullanılması, okurken dikkat çekmesi için de şapkaların unutulmaması. İletişim araçlarında dil başkalarını koşullandırmada önemli bir işlev üstlenebilir. Bunun anlamı, bilimsel kurumların, üniversitelerin dil çalışmaları konusunda medyanın desteğini almalarıdır. Onlarla ilişki kurarak yeni yabancı terimlere buldukları karşılıkları kullanma alanına sokabilirler.
İletişim araçlarındaki dilin doğruluğu kadar güzelliği de söz konusu. Asıl önemli olan, insanların önce Türkçeyi öğrenmeleri, düz Türkçeyi bilmeleri, sonra üslup oyunlarına geçmeleri. Dilin lezzeti diye bir tanıma umarım karşı değilsiniz. Her kelimenin, kavramın Türkçe karşılığını bulurken televizyon ve gazetede, anlaşılırlık oranını da düşünmek zorundasınız. Çünkü yaptığınız konuşmanın, yazdığınız yazının daha çok kişi tarafından anlaşılmasını istiyorsunuz. O zaman da iletişim araçlarındaki bir ortak dilden söz edebiliriz. Hem çoğunluğun anladığı bir dil kullanacaksınız hem de size özgü bir biçim yaratacaksınız. Kısıtlı bir alanda özgürlük diyebilirim buna. Genelde iletişim araçları eleştiriliyor çünkü onların öğretmen olması isteniyor, bense onlara böyle bir sorumluluk yüklemiyorum çünkü bu tavır, kişisel dil beğenisini öldürür. İletişim araçlarındaki dil kendine özgüdür. Oysa dili bunun dışında edebiyat alanında da anlamamız gerekiyor. İletişim araçlarında, başka deyimle medyada kullanılan dile göre Türkçeyi değerlendirmek, yönlendirmek yetersizdir. Çünkü iletişim araçlarındaki dil oluştuğunda daha büyük oranda edebiyat bu oluşumu sağlıyor. Bu yüzden de medyaya göre yapılan dil eleştirileri, alanı daraltmaktır. Herkesin anlayabileceği bir dilden daha zengin bir içerik beklemek gerçekçi bir tutum değildir. İletişim araçlarında kullanılan dilin dengesizliği hiç kuşkusuz. Osmanlıca Batı kökenli yabancı kelimeler ve bunlardan oluşan bir söz dizimi. Aksaklıkların, güçlüklerin olağanlığını kabul etmek gerekir. Ayrıca dilin doğal gelişimini de görmezlikten gelemeyiz. Genç kuşağın kendine özgü bir dili olacaktır, bunun içinde mutlaka argo da vardır. Her kuşağın dilinin farklı olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Dil hem nesnel özellikler taşır hem de öznel. İşte ikisinin dengesinin kurulduğu yer iletişim araçlarıdır. Eski Türk Dil Kurumu, 1980'den sonra kapatılan, kelime, kavram önerilerinde televizyona, basına zengin önerilerde bulunuyordu, kabul görenler kullanılıyor ve yerleşiyordu. Şimdi bu bağ koptu. İletişim araçlarında dilin yasal önlemlerle düzeleceğine inanmıyorum, üstelik tekdüze bir dil yaratılacağı için de karşısındayım. İletişim araçlarında dilin de dilin genel sorunlarını unutarak salt ona özgü bir çalışmayla yönlendirileceğine inanmıyorum.
Doğan HIZLAN
MEDYA VE DİL
Değerli Dinleyiciler,
Her şeyden önce bir konunun altını çizmek isterim. Türkçe kolay bir dil değildir. Yüzyıllar süren bir edebiyat geleneği olan, çeşitli dillerle etkileşmiş, kendini yenilemiş ve yenilemekte olan bir dildir. Hele toplumun karşısına geçip konuşan bir kişi için daha da güçtür. Ama bir politikacı, bir öğretmen, bir asker, bir sendikacı yalnızca kendi bilgi dağarcığındaki sözcükleri kullanır. Bu yüzden de işi bir ölçüde kolaydır. Ama bir tiyatro sanatçısı, bir spiker öyle mi? Bir zamanlar televizyonda güzel bir dizi başlamıştı. Eski yazarlarımızı, bilim adamlarımızı tanıtan bir dizi. Bir aktör çıkıyor Namık Kemal oluyor ve kendi dilinden kendini anlatıyordu. Şemsettin Sami rolünde bir aktör çıktı. İyi hazırlanılmıştı, kılık kıyafet, çalışma odası, her şey, her şey güzel düzenlenmişti. Ama iş Şemsettin Sami'nin eserlerinin adına gelince birden her şey tersine döndü. Aktör bu eserlerin adını telaffuz edemiyordu. Hiç uzun ünlü kullanmadan "Kamusa Türki, Kamusa Fransevi, Kamus' ul Alam" deyince ortada Şemsettin Sami kalmadı, zavallı bir aktör kaldı yalnızca. Zaten hemen arkasından da o program kaldırıldı.
O program kaldırıldı ama uzun ünlüler konusu bugün de çözümlenmedi. Bir zamanlar ünlü bir gazeteci, bir edebiyat öğretmeni vardı. Televizyonda edebiyatla ilgili konuşmalar yapıyordu. Türkoloji okumuş, Arap yazısını da bilen bu değerli yazar da uzun ünlüleri kullanamıyordu. Çünkü dilimizden uzun ünlüleri atan bir yöreden geliyordu. Rahmetli Rasim Adasal'ı ben yaştakiler hatta biraz daha genç olanlar anımsarlar, o tatlı Girit şivesiyle yaptığı konuşmalar unutulur mu? Yalnızca bir hekim, bir psikiyatri profesörü değil dört dörtlük bir kültür adamıydı. Ama ne yazık ki bozuk bir Türkçe ile konuşuyordu.
Prof. Dr. Mustafa CANPOLAT
KİTLE İLETİŞİM (YAZILI-GÖRSEL) ARAÇLARINDA TÜRKÇE
Bir toplantıda ne zaman dil üzerine konuşulsa dillerden düşmeyen şu cümleler sıralanır... Türkçe elden gidiyor. Türkçe katlediliyor. Türkçe kirletiliyor vs.
Bunların hepsi doğru, hepsi gerçek, gerçek olmasına da bütün bunların neden sorun olarak karşımıza çıktığını, neden yaşandığını anlamak için bir tespit yapmak kaçınılmaz gibi geliyor bana...
Bu tespiti yaparken de son yıllarda yaşadıklarından hırpalanan, yorgun düşen dilimizi, dilimin döndüğünce anlatmak niyetindeyim...
Ama bunca değerli dil bilimci ve uzmanın yanında, benim söyleyeceklerim, mesleki deneyimlerim ve bu deneyimlerden yola çıkarak vardığım sonuçlar olacak...
Sanki dili korumak, dili iyi kullanmak yalnızca TRT'nin ve TRT spikerlerinin görevi imiş gibi algılamanın yanlış olacağını hemen baştan söylemek isterim... Çünkü inanıyorum ki dili kullanmak, bu topraklarda yaşayan herkesin önemsemesi gereken ama tabii öncelikle kamunun karşısına çıkıp hayatı anlatmaya çalışan bizler için, yayıncılar için olmazsa olmaz koşul...
Dili doğru kullanmayan bir ulusun iletişim kopukluğunun, ulusal kimlik açısından onarılması ne kadar güç örselenmelere yol açabileceği unutulmamalı. "Eğer bir milleti mahvetmek isteseydim, işe dilinden başlardım." diyen şahıs muhtemelen bunu pek de boşa söylememiş. Ama şimdilerde belki klasik bir TRT yaklaşımı, eskimiş bir devlet anlayışı olarak eleştirilebilecek hatta küçümsenebilecek bu yaklaşımın, başta bir sanat kurumu olan Devlet Tiyatroları, aydınlarımız, sanatçılarımız, duyarlı izleyicilerimiz ve en önemlisi bazı özel televizyon ve radyo kuruluşlarımız tarafından aynı kaygılarla hissedilmesi, konuşulan Türkiye Türkçesinin can simididir kanısındayım. Bir başka kanım da Medya ve Türkçe başlığının, ülkemizdeki mevcut televizyon, radyo yayıncılığı eğilimi içinde, sorunlar listesinin yalnızca bir maddesini oluşturmakta olduğu... Listedeki maddelerin önceliğini yapmak gerekirse tabii ki kullanılan dil yani Türkçe öne çıkıyor kaçınılmaz olarak.
Niye, kaçınılmaz olarak çünkü konuşarak dili kullanarak yaptığınız her şeyle kamuya sesleniyorsunuz... Çünkü söylediğiniz her şey kamuya mal oluyor, işte sırf bu nedenlerle dili iyi kullanmak zorunluluğunuz var. Bu işin keyfiyeti, kişisel sorumluluklarla sınırlı olamaz.
Nermin TUĞUŞLU
SIRTINDAN HANÇERLENEN TÜRKÇE
Türkçemiz son yıllarda içten ve dıştan ağır saldırılara uğruyor ve her geçen gün ölümcül yaralar alıyor. Bu tablonun baş sorumlularından biri hiç kuşkusuz basın yayın kuruluşlarıdır ve özellikle de bazı televizyonlardır.
Yetmiş beş bin kelimenin olduğu Türkçe, televizyon ekranlarında ve radyo mikrofonlarında beş yüz ile bin kelime arasında konuşuluyor. Türk Dil Kurumunun RTÜK için yaptığı araştırma bu acı gerçeği açıkça ortaya koydu.
Gerekli eğitimi almadan televizyona çıkanlar, ekran başındakilere çoğu kez saç-baş yoldurtuyorlar.
"Yaralıları buradan çıkarmak zor güç oldu", "Maddî olanağımız imkân verirse", "Stadyum ful dolu", "Bir anlamda prestij ve saygınlık kaybı", "Türkiye'nin şartları ve koşulları", "Ciddi çaba ve gayret gösterilmesi lazım", "ilginize, alakanıza çok teşekkür ederim", "Faydalı ve yararlı işler yaptı", "Sohbet ve söyleşi yapacağız", "Buradan kendilerine saygılarımı ve hürmetlerimi iletiyorum" sözlerini hem de spikerlerden, sunuculardan ve muhabirlerden duyduğunuzda saç-baş yolmaktan başka ne yapabiliriz ki?
Dilimizi nasıl kurtarabiliriz?
Şimdi de kısaca Türkçenin kurtarılması için yapılması gerekenlerin neler olduğuna ilişkin görüşlerimi açıklamak istiyorum...
1. Öncelikle Türkçe, en çağdaş yöntemlerle öğretilmeye başlanmalıdır.
2. İlk ve ortaöğretimde öncelikle Türkçe ve edebiyat derslerine ağırlık verilmeli, öğrenciler hiçbir şekilde yabancı bir dille eğitime zorlanmamalı, hiçbir ders Türkçeden başka bir dille verilmemelidir.
3. Üniversitelerde yabancı dil öğretilmeli ama bilim eğitimi kesinlikle Türkçe yapılmalıdır.
4. Türk dilinin yabancı kelime istilasına karşı korunabilmesi için bilim ve teknik buluşlarla ilgili kavramların anında Türkçe karşılıklarının bulunması gerekir.
5. Memurlukta derece ve kademe yükseltmesi için İngilizceyi ya da bir başka yabancı dili iyi bilmek değil, doğrudan doğruya Türkçeyi iyi bilme koşulu aranmalıdır.
6. Aydınlar, Türkçe-Öztürkçe kavgasına girmemeli, doğrudan doğruya Türkçe-Yabancı dil kavgası vermelidir. "mesela" da bu dilin sözcüğüdür, "örneğin" de "olanak" da bizimdir. "imkân" da... "duyarlılık" da bizimdir, "hassasiyet" de...
7. Televizyonlar ve radyolar Türkçeyi tahrip makineleri olmaktan kurtarılmalı, dili iyi konuştuğuna ilişkin ehliyet sahibi olmayanların ekrana ve mikrofona çıkmalarına izin verilmemelidir.
8. Türk Dil Kurumu, yabancı sözcüklere karşılık ararken bilim adamlarının yanı sıra sade vatandaştan da mutlaka yararlanmalıdır.
9. Radyoların, televizyonların, dergilerin, otellerin, lokantaların, hastanelerin, mağazaların Türkçe dışında isim kullanmaları yasaklanmalıdır. Bunu yapmak özgürlükleri sınırlamak değil, atalarımıza, çocuklarımıza ve ülkemize karşı borcumuzdur.
Sedat Nuri KAYIŞ
TÜRKÇEYİ YABANCI DİL OLARAK MI OKUTSAK!
Sevgili Türkçe dostları,
Her şeyden önce böyle bir toplantıya katılmaktan duyduğum mutluluğu sizlerle paylaşmak isterim. Programda dilimizin onlarca uzmanı var. Ben bir uzman olarak değil gezip dolaşmayı seven, Türkçenin gücüne inanan bir gazeteci olarak karşınızdayım...
Bugün yeryüzündeki Türkoloji araştırmacılarının % 80'i Alman ve Rus. Kalan % 20'nin tümü Türk değil, biz dahil öteki devletlerden. Salt bu örnek bile eksikliğimizi ortaya koyuyor...
Peki böylesine zengin dilimizin hakkını veriyor muyuz?
Benden önceki konuşmacılar, eksikliklerimizi, yapılması gerekenleri çok iyi ortaya koydular. Büyük çoğunluğuna katıldığım bu görüşleri yinelemek istemiyorum. Şu anda Türkçemizin bir kutup yıldızı yok. Öncelikle bunun yaratılması gerektiğini düşünüyorum.
Diyalektikte bir tanım vardır; bir konu sorun olarak masaya konmuşsa çözüm de başlamış demektir. Böylesi toplantılar başladıysa gerçekten çözüm de başlamış demektir.
Mustafa BALBAY
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINDA TÜRKÇE
Her dilin bir iç yapısı bir de dış yapısı vardır. Dilin iç yapısı, onun kuruluş ve işleyişi ile ilgilidir. Bir dilin imlasındaki bozukluk, doğru ve güzel yazılıp konuşulmamasından doğan yanlışlar, onun iç yapısını bozar. Eğer dilin dış yapısı da gerekli özen gösterilmeyip yabancı söz ve eklerin akınına açık bırakılırsa bu durum yine iç yapıyı etkileyerek o dilin işleyişini bozmaya başlar. Dolayısıyla kısırlaşarak üreticiliğini, kimliğini ve gelişmesini yitirmesine yol açar. Böylece, yukarıda sıralanan örneklerin ortaya koyduğu gibi, dilde bir kirlenme ve yozlaşma baş gösterir. Dili böyle bir sürece sokan sebepler çok yönlüdür. Bu nedenle, dilin bu süreçten çıkarılması için alınması gerekli önlemler de ister istemez çok yönlü olacaktır. Bunları başlıca şu birkaç noktada toplamak mümkündür:
1. Önce, ilk ve ortaöğretim kurumlarında sağlıklı bir Türkçe eğitim ve öğretiminin sağlanması.
2. Bu eğitim, yalnız ilk ve orta düzeydeki eğitim öğretim kurumlarının öğrencilerine değil, gerekirse öğreticilerine de uygulanmalıdır.
3. Bilimsel ölçülerle ve dili sevdirecek metin parçaları ile bezenmiş yeterli dil bilgisi kitaplarına ihtiyaç vardır.
4. Yazılı ve sözlü basın organlarında çalışanlar, ana dillerine ilgi ve özen gösteren bir anlayışa sahip kılınmalı, bu konuda bilinçli duruma getirilmelidir.
5. Radyo ve televizyon kanallarında görev alan spiker, sunucu ve program yapıcılar, fizik yapılarındaki düzgünlük ve güzellikten önce, dili kullanma yeteneklerine bakılarak seçilmelidir. Bu işler için görevlendirme yapılırken başvuranların ana dili sözlü ve yazılı olarak kullanabilme yeteneklerinin uzman kişilerden oluşan komisyonlarca değerlendirilmesi gerekir. Bu yetenek radyo ve televizyon daire başkanlarında da aranmalıdır.
Yazılı basın da bu yöndeki gerekli önlemleri almalıdır.
6. Yazılı basında, radyo ve televizyon kurumlarında birer "Dil Denetleme Kurulu" oluşturulmalı.
7. Önemli bir nokta da bütün aydınlar için olduğu gibi, yazılı ve sözlü basın organlarında çalışanlarda da sahteci, dili yozlaştırıcı yabancı söz hayranlık ve özentisinin yerine, ana dil sevgi ve bilincini aşılayacak önlemler alınmalıdır.
8. Türk Dil Kurumunca yeni girmiş yabancı sözcüklere bulunan karşılıkları yazılı ve sözlü basın organlarına benimsetecek önlemler alınmalıdır.
9. Dilimizi ilericilik-gericilik gibi politik ve gereksiz çatışmalara alet etmekten ve tasfiyecilik saplantısından kurtararak yüzyılların oluşturduğu bugünkü canlı yapısı ile geliştirip çağdaş dünya şartlarının gerekli kıldığı yeni söz ve terimlerin üretilebilmesi için bütün dil uzmanlarınca elbirliği ile çalışılmalıdır.
Saygılarımla...
Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ
BİLİŞİM DÜNYASINDA TÜRKÇE
Bilginin elektronik ortamda düzenli ve akıcı bir biçimde işlenmesi bilimi olan bilişim, çağımızın en hızlı, yaygın ve kullanışlı teknolojisidir. Evimizde, iş yerimizde, günlük hayatın pek çok alanında hepimiz bu teknolojiden az veya çok yararlanıyoruz. Bilgisayarlar, İnternet, cep telefonları, banka kartları, akıllı kartlar, telefonla sesli yanıt sistemleri, sayısal (dijital) yayınlar günlük hayatta kullandığımız bilişim alanındaki ürünlerden kimileri.
Bilişim, sürekli gelişen ve değişim yaşayan bir teknoloji. Bize yeni kolaylıklar getiriyor; yaşayışımıza ve çalışma tarzımıza yenilikler sunuyor. Sınır tanımayan bu teknoloji sayesinde bilgiye erişim kolaylaşıyor, iletişim hız kazanıyor. Bilimde, sanatta, siyasette kısacası her alanda yenilikler ve yeni düşünceler göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede bütün dünyaya yayılıyor.
Bu yeni teknolojiyle birlikte hayatımızda değişiklikler olurken dilimiz de bu teknolojiden etkilenmeye başladı. Gündelik hayatta kullandığımız bilişim teknolojilerinin terimleri de dilimize giriyor, dilimize yerleşiyor. Bilişim teknolojisinde üretici olmayan hemen her toplumda bu sorun yaşanıyor.
Konuşmamın sonunda kısaca, bilişim dünyasının bir başka alanında karşılaşılan yabancılaşmaya değinmek istiyorum. Cep telefonu şirketlerinin ürünlerinde Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözler kullanması, hizmetlerini yabancı kaynaklı sözlerle adlandırmaları hatta yabancı eklerin, dil bilgisi birimlerinin kullanılması da dilimize yabancı sözlerin, terimlerin girmesine yol açmaktadır.
Son olarak İnternette söyleşi (chat) diline değinmek istiyorum. Zaman zaman İnternetteki söyleşileri izliyorum. Buralarda kullanılan dilin özel radyo ve televizyonlarda kullanılan dile rahmet okuttuğunu belirtmem gerekir. İnternette zaman önemli olduğu için söyleşide kısaltmalar yaygın olarak kullanılıyor. Bu dünyanın her yerinde böyle. Hatta Amerika'da söyleşide kullanılan kısaltmalar ve işaretler sözlüğü bile yayımlandı. Smiyly Faces (Sımayli Feysis) de denilen yüz biçimleri, bir ya da birkaç sözle anlatılacak durumları gösterebiliyor. Beni asıl üzen kaba dil kullanılması, ana dili Türkçe olan gençlerin birbiriyle İngilizce yazışması, Türkçe yazışmalarda ise yabancı kökenli sözlerin çok sık kullanılması.
Genç kuşak ana diline sahip çıkmalı, Türkçemiz konusunda duyarlı davranmalı, dilimizi bozanları uyarmalı. Yapılan çalışmalar, genç kuşakların ana diline sahip çıkmasıyla başarıya ulaşacaktır.
Sözlerimi bir Kızılderili şefin dünya için söylediklerini Türkçemize uyarlayarak bitireceğim:
Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık...
Hep birlikte Türkçemize sahip çıkalım, bilişim çağında gelecek kuşaklara Türk'e yakışır bir Türkçe bırakalım.
Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN
Toplumumuzda Türkçenin kullanımıyla ilgili sorunlar konusunda hassas olan bilim adamlarının, aydınların ya da dilini iyi konuşan ve yazan kişilerin; meselenin boyutlarını ortaya koymak amacıyla kötü örnek bulmak için ilk başvurdukları kaynak maalesef basın yayın kuruluşlarıdır.
Bu gerçek yine maalesef, 1991 yılından bu yana, yani özel radyo ve televizyonların birbiri ardına kurulduğu dönemden bu yana yaşanmaktadır. Yani Türkçe kullanımıyla ilgili olarak özel radyo ve televizyonlarda ciddi bir sorun hatta gelin cesaretle söyleyelim: Vurdumduymazlık vardır. Bu sorunun temelinde de özel radyo ve televizyonlarda Türkçenin öncelikli bir konu olarak görülmemesi, kabul edilmemesi yatmaktadır.
Basın yayın kuruluşları da kuşkusuz insanlardan oluşuyor... Ama genellikle ana dilleri konusunda iyi eğitilmemiş insanlardan...
Bugün artık basın yayın kuruluşlarında iyi, güzel, doğru, zengin Türkçe kullanımı konusunda duyarlı olan yöneticiler, baş edemeyecekleri bir sorunla karşı karşılayalar. Basın yayın kuruluşlarına insan yetiştiren kurumlardan iyi Türkçe eğitimi almamış gençler geliyor. Yaptıkları Türkçe hataları o kadar çok ki hangi birini düzelteceklerini bilemez hâldeler...
Sonuç olarak dil kirliliği konusunda basın yayın kuruluşlarını biraz da alaycı dille eleştirmek, çok sık yakınmak geçerli hatta gerekli olabilir. Ama yıllardır bununla oyalanıyoruz gibi geliyor bana...
Çare bulmak gerekiyor... Kolaylıkla uygulanabilir, akılcı, çabuk sonuç alıcı çareler...
Aksi hâlde, konuşmamın başında sözünü ettiğim basın yayın kuruluşlarındaki Türkçe konusunda duyarlı nesil de doğanın bir gereği olarak bir köşeye çekilecek ve sorun daha da ağır hâle gelecek.
Yine konuşmamın başında vurguladığım acı gerçek yavaş yavaş toplumumuzu kemirecek Türkçeyi geliştirip sevdiremediğimiz için, sorunlarımızı, dertlerimizi ülkemizi yönetenlere sağlıklı bir şekilde dile getiremediğimiz için bu ülke geride kalmaya devam edecek ve belki de yüzyıllar öncesinin bilgesi Konfiçyus haklı çıkacak.
Ama çok acı tecrübelerden sonra.
Oğuz HAKSEVER
Son konuşmacı olmanın dayanılmaz hızını sizlere yaşatacağım. Tabii ben bir televizyon sunucusuyum. Buradaki çok değerli düşün adamları, bilim adamları kadar Türkçe ve Türk diliyle ilgili bilgi arz edemem size ama bunun kullanıcısıyım, arz edemem derken haddim olmadığını düşünüyorum böyle değerli bir topluluk karşısında en az onlar kadar biliyorum, öyle olduğumu düşünüyorum, öyle olmaya çalışıyorum ve bir televizyon sunucusunun da böyle olması gerektiğini iddia ediyorum, bu iddiayı da yaşama geçiriyorum.
Şimdi kimi eleştiriyoruz biz? Televizyonda konuşulanlar esnasında yani program sunucusu dediğimiz kişileri mi, haber okuyanları mı, haber aktaran muhabirleri mi, bunların hangisini eleştiriyoruz? Bunların hangi birine giriş, hangi kurala göredir Türkiye televizyonlarında bunu biliyor muyuz? Toplumun bu konuyla ilgili bir talebi var mı? Türkiye'de herkes sunucu mu? Türkiye'de herkes muhabir mi? Türkiye'de herkes televizyoncu mu? Evet. Türkiye'de herkes böyle yani. Türkiye'de televizyonculuk ki televizyonculuğu özellikle öne alarak söylüyorum, bir iştir, bir meslek değil, bir iş. Yani her an girebilirsiniz, her koşulda girebilirsiniz, her an da çıkabilirsiniz. Bir okul bitirmiş olma şartı aranmaz, herhangi bir kurstan okul bitirmemişseniz bile geçme şartı aranmaz; bu böyle yani, Türkiye'de böyle giriliyor bu mesleğe, dolayısıyla radyo ve televizyonlarda konuşulan veya yer alan Türkçeyi değerlendirirken bu mesleğe giriş ve çıkışların bu noktada olduğunu da özellikle arz etmek istiyorum.
Çocuk, dili önce evde öğreniyor saygıdeğer konuklar, sonra okulda öğreniyor, ardından, haberleşme ortamlarından etkileniyor; ev aile kültür düzeyi, okul ve eğitim sisteminin düzeyi, medyayla da ev ve okul ilişkili. Bu üçgenin düzeyini hep birlikte yükseltmek zorundayız. Galiba çözüm bu.
Erkan TAN